23 Nisan 2016 Cumartesi

BÜLBÜL İLE TIRTIL

    Bir ağaçta,bülbül ile tırtıl yaşarmış.Sürekli birbirleriyle tatlı tatlı söyleşir,hiç yalnızlık çekmezlermiş.
    Günler böyle geçerken,tırtılın koza örme günü gelip çatmış. Bülbüle seslenerek:
___Bülbül kardeş,benim koza örme zamanım geldi.Kozanın içinde birkaç gün kalacağım.demiş.
Bülbül:
___Ne zaman döneceksin? Tekrar birlikte olabilecek miyiz?demiş.
Tırtıl gülümseyerek:
___Canım arkadaşım,ben seni hiç bırakır mıyım?Kozadan çıkar çıkmaz uçabileceğim.Birlikte göklerde dolaşabileceğiz.demiş.
     Bülbül,bu habere çok sevinmiş.Ancak,yalnız kalacağı için de biraz durgunlaşmış.
     Bülbül,arkadaşının koza örmesini büyük bir hayranlıkla izlemiş. Tırtıl kozanın içine girince,sıkıntılı günler başlamış.
     En yakın arkadaşı,sırdaşı ve dostunun olmayışı onu çok üzmüş.Sesi kısılmış,ötemez olmuş.Birkaç gün boyunca,canı yemek bile yemek istememiş. Kozanın başında günlerini geçirmiş.
     Nihayet,bekleyiş sona ermiş.Bülbül,tırtılın çıkışını saniye saniye ,izlemiş Arkadaşının,kelebek olarak çıkışı ona mucize gibi gelmiş.
     Tırtıla:

___Canım arkadaşım,dostsuz ve yalnız kalmak bana çok acı verdi. Bir daha hiç ayrılmayalım.Yalnızlık Allah’a mahsus.demiş.

                                            Zeynep Birsen KABAN
                                                                                   5/A

 SAVAŞ VE BARIŞ
         


          Sizce barış nedir? Peki savaş ve aralarındaki fark. Aslında ikisi de birbirlerine benzer. İkisi de aynı şeyden doğar, ikisini ayıran çok fark yoktur fakat ikisini ayıran farklar derin ve yaralayıcı olurlar,  ikisi de saydamdır. İçlerinde ne varsa ikisinin de dışlarında da öyledir. Çünkü birbirlerine bağlılardır. Biri bittiğinde diğeri başlar, o bittiğinde ise diğeri. Barış o kişi ya da toplulukla içinde sevgi, güven, mutluluk olması, aralarında bağ olmasıdır. Ama bir gün o bağ koparsa aralarında sevgi, güven ve mutluluk yerine öfke,  kızgınlık, güvensizlik, üzüntü ve arbede geriye kalır.  Bir gün biter savaş ama üzüntü ve pişmanlıkla boğulup gider savaşı başlatanlar. Eğer bir yerde savaş varsa o topluluktaki her kes kötü etkilenir. Geriye ise pişmanlık kalır. Siz birde ya biri kazanırsa diyorsunuzdur ama o da onu özler azda olsa özler. Her şeyini gülüşünü, yardımlarını, bağırışını hepsini ya da bir ülke ise onun ona yaptığı yardımlarını ve sonuçta herkes üzülür. Barışta ise eğer o bağ kopmazsa aralarında her zaman sevgi olur.
             Mesela iki kardeş arasında bir bağ vardır. Bir gün biri onun oyuncağını alır. O, ona kızar vurur diğer ise üzülür gider, vuran kardeş pişman olur, onu özler. Sonra barışırlar ve gene mutlu olurlar. Lakin biz insanlar düşüncelerimiz ne kadar iyi olursa olsun eğer bir savaşı başlatırsak kötüyüzdür. Biz insanlar ders almayız, yaptıklarımızdan tekrarlarız. Kardeşinizle yıllardır aranız kötü, bir savaş var aranızda ve ölüyorsunuz ve de pişmansınız. Son olarak onun yüzünü görmek, ondan özür dilemek, pişman olduğunuzu söylemek ve son nefesinizde onla barışmak istediğinizi söylemek istersiniz lakin bunu yapamazsınız, onun yüzünü göremezsiniz, ondan özür dileyemezsiniz. Ama oda son bir kes sizin yüzünüzü görmek ister, barışmak, özür dilemek ister ama oda başaramaz.
            Bir ülke ile bir diğer ülke ve aralarında savaş var. İkisi de kendisinin haklı olduğunu düşünür bazı ülkeler ama ikisinde de suç vardır, ikisi de tam olarak haklı değildir. İnsanlar hiçbir zaman bir yerde savaş varsa orada tek bir suçlu olmadığını unutmamalıdır. Ama demedim mi? İnsanlar yaptıkları şeylerden ders almazlar. Bu nedenle böyle iyi sözler ve şeyler hemen unutulup, umursanmıyor. İşte böyle olan devletlere çok kızıyorum! Çünkü aralarında savaş var. Bu yüzden gencecik insanlar ve gencecik erkekler savaşa gidiyor ve nerdeyse hepsi hayatını yitiriyor. Hepsi küçücük bir tartışmadan doğmuş bir savaş. ‘’ SAVAŞ ’’ Demesi kolay ama nasıl bir katliam yaşandığı aklınıza gelmiyor. Nasıl rahatça söyleyebiliyoruz. Oysa ucunda nasıl bir arbede ve katliam yaşandığını biliyoruz. Peki, o gencecik erkeklerin savaşa gönderenlerin NE HAKLARI var? O anneleri ağlatmaya... Ne? Hayır. Hiçbir hakları yok. Peki, ne hakları var? Çocukları yetim ve öksüz bırakmaya. Ne hakları var. Hayatlarının baharlarında olan erkekleri SAVAŞA götürmelerine, kızları ağlatmaya, insanları yurdundan ve evlerinden alıkoymaya, iki gencin arasındaki aşkı yok etmeye... Ne, ne hakları var? Nasıl gelip utanmadan konuşabiliyorlar kürsüde? Utanmaları, gidip zindanlarda kalmaları, onların da savaşa o gençler gibi gitmeleri lazım. Ama vicdansızlar!


    İnsanların, ülkelerin ve daha birçok şeyin aralarındaki bağ ilcilmiş olsa da, aralarında savaş olmasından daha iyidir ve buna örnek olarak ta ‘’En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir,’’ demiş Marcus Tullius Cicero.


                                                                       Emek Selin SELÇUK
                                                                                   5/A


                                                   GÜÇLER Mİ GERÇEK Mİ ?




           Sabah uyandığımda güneş tam yüzüme vuruyordu.Annemin yaptığı peynirli poğaçaların kokusu odama kadar geliyordu.Ayağa kalktım.Pencereden baktım.Bir de ne göreyim!Uçan arabalar,otomatik gökdelenler ve fazlası.Hemen takvime baktım.Yıl 5016 idi.Odamdan yüz seksen derece açık ağzımla beraber mutfağa gittim.İkinci büyük şok!O güzelim poğaçaları yapan bir robotmuş meğer!Hemen giyinip aşağı indim.Pardon inemedim.Çünkü merdiven yerine robotlar vardı.Kendimi toparladım.Robot beni tutarak aşağı indirdi.Üçüncü şok!Hemen bildiğim en yakın laboratuvara gitmek üzere yola koyuldum.
        Laboratuvara vardığımda tahmin ettiğim gibi Dr. Çokakıllı ve Prof. Bilirçokbilir kavga ediyordu.Hemen kulak kabarttım.Ama bu kavganın yeni halıya dökülen nar suyu olmadığını anladım.Biri güçler diyor,diğeri gerçekler diyor.Kafam karıştı.Yanlarına gittim.Beni görünce aralarında şu konuşma geçti:
-Doğru olan güçler de mi Prof. Bilirçokbilir?
-Hayır cicim.Doğru olan gerçeklerdir.
         Daha çok kafam karıştı.Hemen olaya karıştım.Durumu belirttim.Onlar da bu durumdan bahsettiklerini söylediler.Ne alaka?Güç ne alaka,gerçek ne alaka?Hemen anlattılar:
-Bak Evren,şu an gelecekteyiz.Normal hale gelmek için bilgisayarın gösterdiği zamanı beklememiz gerekiyor.
Bilgisayara baktım ve oha dedim.Hemen ardımdan:
-‘Oha denilmez,bravo denir’ dedi Dr. Çokakıllı.
Profesör hemen konuyu değiştirip:
-Ya da benim bulduğum sihirli güçler sayesinde de normale dönebiliriz.Ama bu güçler çok tehlikeli.Kedi sevme aleti değil!
                  Nedense içimden gülesim geldi.Ama hemen ciddileştim.İçimden altı milyon bin sekiz yüz doksan dokuz yıl beklemek gelmedi.Güçleri kullanmak daha mantıklıydı.Ama korkuyordum.
          Beni bir yere götürdüler.Çok karanlık bir yerdi.Gözlerimi kapatmamı söylediler.Kapattım.Gözlerimi açtığımda üzerime yıldırım düşmüş gibi hissettim.Dışarı çıktığımızda yeri öptüm.Şaka değil gerçekten öptüm.Profesör ve Doktor bana bön bön bakıyordu.
          Eve gelince nedense önceden garip bulduğum şeyler daha normal geliyordu.Ben de kafamı boşaltmak için sihirbazlık gösterisi yapayım dedim.En sevdiğim gösteri yumurta gösterisiydi.Onu yapmaya karar verdim.
          Buzdolabından bir yumurta aldım ve gösteriye başladım.Yumurtayı iyice robota gösterdim.Sonra onun yumurtanın kaybolacağına inanmasını söyledim.Ve bir anda çok akıllı olduğumu fark ettim.Cebim yokmuş.Kan ter içinde yumurtayı robota gösteriyordum.Ve gözlerimi kapattım ve açtım.Kaçıncı olduğunu bilmediğim şok!Yumurta kaybolmuş.Robot bile bana boş gözlerle bakıyordu.Aslında ben de boş kalan elime robot gibi bakıyordum.Hemen laboratuvara gitmek üzere yola koyuldum.
          Laboratuvarda daha önce hiç görmediğim bir hava vardı. Dr. Çokakıllı ve Prof.  Bilirçokbilir endişelilerdi.Çok merak ettim:
-Ne oldu beyler?
-İnanamıyorum şimdi sırası mı?
-Neyin sırası mı?
-Dünya’nın sonunun sırası!
-Ne? Yine halıya nar suyu mu döktünüz?
-Eğer dökülseydi ikinci Dünya’nın sonu olurdu.
-Yok deve!
-Afrika’da yaşamıyoruz! Şöyle diyeceksin:Yok kedi!
-Arkadaşlar bu çok önemli bir sorun!
-Ne?
-Öğretmeninin telefonuma seninle ilgili kötü şeyler yazması!
Prof. Bilirçokbilir durumu düzeltmek için bağırmak zorunda kaldı.Tabii ki de ben de kendimi toparladım. Prof. Bilirçokbilir:
-Allah aşkına şu durumdan daha önemli ne olabilir?Dünya yok olduğunda ne halı,ne nar suyu ne de deve kalacak!
Profesörün bu konuşması beni çok etkiledi.Ne yapmamız gerekiyorsa onu yapalım yapmalıyız da!Profesör aklımı okumuş gibi:
-Şimdi Evren,sen güçlerini kullanarak Prof.Dr. Herşeyibilir’e gideceksin.Biz de bilgisayarda olabildiğince durumu durumu düzeltmeye çalışacağız,tamam mı?
  Yine bir insan daha çıkmıştı karşıma.Ama bu görev çok önemliydi.Hemen yola çıktım.
 Yolda ,adını unuttuğum ama soy adını hatırladığım Bay Nereden bilsin, karşıma çıkmıştı,Yanında da eşi olan Bayan Maşallah nazar değmesin de vardı.Sonra soyad demişken benim adım ve soyadım ne?Evren sonsuzdur!Bir anda karşımda kafasında Mabel ve Dipper yazan çocuklar gördüm. Aaaa! Havada Powerpuff Girls var!Aaa!O Littles Pet Shop Hayvan Dükkanı  değil mi?İnanamıyorum! Gumball ve Darwin! Çatıda da dans eden babaları Richard var!Ben kafayı mı yedim? Aaa! Dünya’nın içinde Evren,uyan sesleri yankılanıyor!
   Kan ter içinde uyandım ve yere düştüm.Annem de benim terimi silmeye çalışıyordu.Demek ki bunların hepsi rüyaymış!


                        
                                                             İrem DİNDAR
                                                                   5/A




                                               




3 Nisan 2016 Pazar

                                          SAVAŞ VE BARIŞ                                                                

     Barış; kötülükten, kavgalardan, savaşlardan kurtuluş, uyum, 
birlik, huzur içinde ve kardeşçe yaşamak olarak tanımlanırken 
savaş; ülkeler arası ya da ülke içerisindeki gruplar arasında 
çıkan silahlı mücadeledir.
      Savaş insanlara ve toplumlara gözyaşı, acı ve kayıplar 
getirmekten başka hiçbir işe yaramazlar. 
Savaşın olduğu topraklarda açlık vardır, huzursuzluk vardır, 
ölümler vardır. 
    Oysaki barış içerisinde yaşayan ülkeler mutlu ve huzurlu
 olup gelişim gösterirler. Atatürk barışın insan ve toplum 
hayatında ne kadar önemli olduğunu belirtmek için “ Yurtta 
barış, dünyada barış!” demiştir.

      İnsanlar barış içerisinde huzurlu bir şekilde,
 kardeşçe yaşamalıdır. Savaşın iyi olduğunu kimse söyleyemez, 
savaş şeytanidir. Bu nedenle en iyi savaş bile en etkisiz barıştan 
bile kötüdür
                                                                            Çağan ONAY
                                                                                 4/B
4/A   



    
BUSE'YE SÜRPRİZ

     Sabah gözüne giren güneşten dolayı uyanan Buse, geçen geceyi anımsamaya çalıştı. Bunların bir rüya olmasını diledi.Fakat çabası boşunaydı, yaşadıkları rüya değildi.Gerçekten de dün Esrarlı Ev'in önünde bayıltılıp, sonra gizlice evine getirilmişti.Kuzenine baktı,onunla aynı yaşta olan kuzeni Melis mışıl mışıl uyuyordu.Buse dün gece yaşadıklarını ona anlatmak konusunda kararsızdı.Kafasını tekrar yastığa koyup derin bir uykuya daldı.Tam o sırada Melis'in çığlığıyla uyandı.Melis:


-Buse,sen uçuyorsun! dedi.Buse ise:

-Ne,nasıl olur? dedi. Melis,Buse'ye bir sopa uzatarak onu yere indirdi.




      Buse,dün gece yaşadıklarını Melis'e anlattı.Melis titriyordu.Buse nasıl oluyor da uçabiliyordu.İkisi de düşünmeye başladı.O sırada Buse'nin annesi Burçin Hanım:


-Haydi kızlar,kahvaltı hazır, diye seslenince Buse ve Melis hemen mutfağa koştu.Mutfağa gittiklerinde Burçin Hanım:

-Meliscim annen aradı yarın da bizde kalıyorsun.Ha bu arada o çığlık da neydi öyle? Buse bu sözü kestirip atmak için şöyle dedi: 

-Hiiç,yataktan düştüm,dedi.Burçin Hanım:

-İyi madem bir yerine bir şey oldu mu?

-Hayır anne ben iyiyim.Buse,Melis ve Burçin Hanım kahvaltılarını ettikten sonra kızlar dışarı çıktı.Kütüphaneye doğru yola koyuldular.Kütüphaneye vardıklarında bir anda Melis kayboldu.



      Aniden 'Sürpriz!' diye bağırdılar. Buse'nin bütün ailesi oradaydı.Buse nasıl unuturdu,bugün onun doğum günüydü.Her şeyi anne ve babası planlamıştı.Onu bir iple uçurmuşlardı.Buse bunu öğrenince hem sevindi,hem üzüldü,hem de kızdı.
Berrak YILDIRIM
5/C


OZO ORMANINDAKİ CANAVAR

            Bir yaz günü Mıstık ile Fıstık, Ozo Orman'ında yürüyormuş. İki arkadaş gelen sesle irkilerek birden durmuş ve karşılarındaki dev gibi canavardan korkarak, bir heykel gibi hareketsiz kalmışlar.
            Mıstık: 
-Fıstık burdan sessizce kaçmalıyız, çok sessiz ol.
            Fıstık: 
-Tamam Mıstık.
            Tam o sırada Fıstık kuru bir dala basar ve ''çatırt'' diye bir ses gelir. Canavar uyanır, ortamda bir süre çıt çıkmaz. Kendine gelen canavar aniden üzerlerine doğru atılır. İki arkadaş avazı çıktığı kadar bağırarak kaçmaya başlarlar.
            Fıstık: 
-Mıstık, Bilge Baykuş' a gidelim. Orada halkla birlikte canavarı kapana kıstırabiliriz.
            Mıstık: 
-Çok yoruldum, fakat oraya kadar koşabilirim.
            Ama planları boşuna idi. Çünkü kente geldiklerinde, canavar onları kovalamayı bırakmıştı. İkisi de hem çok şaşkın hem de kurtuldukları için çok sevinçliydiler. Vakit kaybetmeden Bilge Baykuş' a gittiler. Bilge Baykuş onlara canavarın sadece 8. şeker döneminde halk için tehlikeli olduğunu söyledi.
            Bilge Baykuş: 
-Aslında canavar çok dost canlısıdır ama 8. şeker döneminde şeker aramak için köye geldiğinde, halk onun köye saldırdığını sanarak, karşılık vermiş. Bunun sonucunda canavar da halk kendisine zarar vermek istediğini düşünerek daha saldırgan olmuş.
            Bu durumu öğrenen Fıstık ile Mıstık, canavarın mağarasına giderek, yanlarında getirdikleri şekeri ona verirler. Süslü Sincap ve canavar birbirlerini çok severler ve birlikte yaşarlar. Canavar o andan itibaren bir daha halkı tehdit etmez, barış içinde yaşarlar.

            Mıstık ile Fıstık ise doğru şekilde yaklaşıldığında canavarla bile arkadaş olunabileceğini öğrenir.  

Naz Melek GÖKSU
5/B        
  
BARIŞIN ÖNEMİ

             Hepimizin bildiği gibi dünyada savaş oldu. Bu savaşlarda birçok asker öldü. Atatürk her zaman barışa önem verirdi. Ama sırf toprak almak için milyonlarca kan döküldü. Bütün milletler savaşa girdi. Sadece biz acı çekmedik. Düşmanlarımızdan da bir sürü kan döküldü. Eğer bunlar olmasaydı, kan dökülmeyip zor durumda kalmazdık.
            Bir toprak için insan canı önemli değildir. Bir toprak için kan dökülmemeliydi. Atatürk her zaman barışa önem verirdi. Suriyeli çocuklar denizlerde boğulup ölmüyor mu? Onlar savaş mı istediler sanki? Bizim ülkemizde de artık her yerde bombalar kurulup patlatılıyor. Bunları yapan kişilerin hiç mi vicdanı yok? Onlar da ölüyorlar. Bunlar  gerekli mi?  Ülkemizde her gün askerler ölüyor. Düşmanlık susmuyor. Bu acı verici bir durum. Dünyamızın her yerinde böyle savaşlar olmaya devam ederse insanoğlu kendi kendini yok edecek. Savaşlar oluyor ve her şey gittikçe kötüye gidiyor. Suriyelilerin durumu bizim de başımıza gelebilir. Biz de soğuk sularda boğulup ölebiliriz. Düşmanlara sesleniyorum! Sizin hiç yüreğiniz, sevginiz, dostluğunuz yok mu? Sizin gibi barışı istemeyenlerden ancak bir çöp yığını oluşur. Atatürk barışa önem verirdi. Atatürk seçim bildirisinde “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh.” demiştir.

            Kısacası Atatürk her zaman barışa önem veren biriydi. Bunun için her zaman dünyada barış olmalıdır. Eğer barış olmazsa biz insanoğlu kendi kendimizi yok edeceğiz.



           Berke DÖNER 
5/C  
       


EN KÖTÜ BARIŞ EN İYİ SAVAŞTAN İYİDİR



   En kötü barış en iyi savaştan iyidir, neden mi? Çünkü bir yurtta savaş olursa insanlar ölür. Savaş insanlara ve toplumlara acı ve ölüm getirmekten başka bir işe yaramaz.
   Savaş olan toplumlarda insanlar ölür, aç kalır, huzursuzluk olur. Oysa barış kadar güzel bir şey yoktur. İnsanların birlikte, kardeşçe yaşadığı  toplumlar mutlu olurlar.

   Bu nedenle en kötü barış bile en iyi savaştan iyidir. Yazıma M. Kemal Atatürk’ün sözüyle bitirmek istiyorum “ Yurtta barış dünyada barış”.


                                                                  Nehir EMİRZEOĞLU
                                                                             4/A
BÜLBÜL VE KARGA


    Bir gün kendini beğenmiş bir bülbül, kargaya:
—Ben çok güzelim,sesim ince,tüylerim sarı .Senin ise sesin cırtlak,tüylerin siyah, demiş.
Karga ne yapsın,boynunu büküp eve gitmiş.Ertesi gün ,bülbül daldan düşmüş,kanadı kırılmış .Karga ona üzülüp iyileşene kadar onunla yemeğini paylaşmış,tehlikelerden korumuş. 
   Bülbül yaptığına çok pişman olmuş . Anlamış ki dış görünüş değil iç görünüş önemli , kimseyi küçümsememeli. 


                                                                                                 Deniz Ece SAKALLI 
                                                                                                                5/B
                                                                                                                                
MADAGASKAR MACERASI



 Günlerden bir gün… Sabah borazan sesiyle uyandım, eğer sese bakarsanız olumsuz etken ama iyi yönden bakarsak o gün “Madagaskar”a gidecektik. Madagaskar bir adadır. Bu yolculuğun en iyi noktaları ailem ile gitmem ve yolculuğumuzu gemi ile sürdüreceğimizdir. Yolculuğumuz ilk olarak Türkiye’den, Cebeli Tarık Boğaz’ına, Cebelitarık Boğazı’ndan, Gine Körfezi, Gine Körfezi’nden, Mozambik’e, Mozambik’ten ve en son Madagaskar’a ulaştık.
       Madagaskar o gün yağmurluydu, ama ne olursa olsun denize girdik. Ablam orada kendine çok güzel çantalar beğendi, babam ise hiçbir şey almadı, neden hiçbir şey almadığını anlayamadım. Annem kendine eski bir daktilo buldu çok da pahalıydı. Eğer beni sorarsanız ben de kendime kalem kutusu ve kalemler aldım. Madagaskar’daki bir haftanın sonuna gelmiştik. Limanda biletleri kontrole geldiklerinde, bizim biletlerimiz yoktu. Galiba biz taksiye bindiğimizde biletlerimiz o sırada düşürmüş olmalıydık. Limanda tüm biletler satılmıştı. Araba desek arabayla Türkiye’ye dönemezdik çünkü arada koskoca bir okyanus vardı, ama belki burada aldığımız eşyaları geri satarak o parayı tekrar alabiliriz, bu konuyu ailemle paylaştım. Onlar da bu öneriye “Evet.” dediler.

Biz aldığımız eşyaları teker teker geri iade ettik. O kalan paralar ile uçak biletlerini paralarını ödedik. Türkiye’ye döndüğümüzde ise oradan bir şey getiremediğim için çok üzüldüm.


 Ozan BAŞBUĞ
5/B

1 Nisan 2016 Cuma

SAVAŞ VE BARIŞ

       Dünya döndükçe savaşlar ve kavgalar olacaktır ,çünkü insanoğlu her şeyin daha fazlasını istemekte, ama bu istekleri binlerce insanın ölmesine ve insanlarına acI yaşatmasına olanak vermemeli bence.

      Örneğin insanlar ülkelerini genişletmek için birsürü can alıyor, ama zor şartlarla yapılan bariş , haklı bir savaştan daha iyidir bence, çünkü düşünsenize sizlere binlerce insanın ölmesini mi yoksa huzur içinde yaşanmasını mı istersiniz 

      Özetle barış ne olursa olsun iyi , savaş ise her zaman kötüdür. 

                                                                                              Tutkusu KARAARSLANLI                                                                                             4/B


KIZIL MASKELİ KAHİN
‘’ Hayatımın en kurak ve verimsiz döneminin bu yıl olacağına eminim.’’ dedim kendi kendime. Banyonun soğuk havası içimi titretiyordu. Olabildiğince hızlı davranıp duş aldım. Bugün etrafa derin bir sis çökmüştü. Haiti’ye gelmemin tek nedeni; yeni kişiler tanımak ve sosyal çevremi genişletmek idi. Limbe’de bir kahve taciriyle tanışmıştım. Adı Joseph’ti. Tabii ben Joseph’in başımı belaya sokacağını bilmiyordum. Hızlıca giyinip arkadaşımın evine yollandım. Ancak eve geldiğimde Joseph’in iki kızgın köylü ile tartıştıklarını duydum.
 Tıknaz olan sinirle bir şeyler mırıldanıp :
 ‘’ Bunun bedelini ödeyeceksin Josephin ‘’ dedi.
‘’ Yahu bunu da  nereden çıkardın?’’ diye karşılık verdi Joseph.
Uzun boylu olan Joseph’i bir deveye bindirip dizginleri eline aldı.
Gelip gelmeyeceğini sordum :
-          Ben de gelebilir miyim?
-          Peki. Ama çabuk bineceksin. Yol çok uzun.
-          Nereye gidiyoruz?
Haiti Kreyolünde bir şeyler mırıldandı. Josephin keyfi yerinde gibi görünüyordu. Arada bir bana kaçamak bakışlar atıyordu. Nedense bilmem ama bana karşı bir oyun oynadığından şüpheleniyordum.
Birkaç saat sonra küçük kervan durdu. Crochou’ya varmıştık. Crochou çok ıssız çöl tarzında bir yerdi. Etraftaki birkaç çalılıktan başka bir canlıya ratlanmıyordu. Tıknaz adam beni kaba bir şekilde sarstı.
-          Kahinin huzuruna çıkıyoruz!
Ben buraya nasıl gelmiştim, niçin gelmiştim?
Adam sanki düşüncelerimi okur gibi :
-          Dostun Josephin’in rehberi karga, doğal olarak da burnu b...tan çıkmıyor.
-          Ne yaptı ki?
-          Kumarda kaybetti ve borcunu ödemek istemiyor.
-          Borcu ne kadar?
-          20.000 Dolar kadar.
Yürümeye devam ettik. Adam beni bir çalılığa götürdü. Orada kızıla çalan bir cübbe giymiş, maske takan bir adam vardı. Vaazlar veriyor ve cemaatin fitilini ateşliyordu. Bu adam bir kahindi. Ben derin düşüncelere dalmışken, çığlıklar bir bıçak gibi dikkatimi ikiye böldü. Cemaat bir anda bağırmaya başlamıştı.
-          Josephin! Josephin! Josephin!
Dostum ifadesi alınmak üzere tahta bir sandalyeye oturtuldu. Tek bir şey söyledi :
-          Benim 20.000 Dolar borcum yok! O kendi kumar hesabını bana yıktı.
Kahin başıyla onayladı:
-          Bu çok mantıklı aslında, kanıtın nedir?
Bütün gözler bana döndüğünde, bunun intikamının acı olacağına ant içmiştim bile.
Joseph konuşmaya başladı :
-          Çünkü kumarı oynayan ben değil oydu.
İşte herşeyi o zaman farkettim. Josephin kıyafetlerimin tıpatıp aynısını giymişti. Zaten benim gibi Fransızca konuşuyordu ve benim gibi traş olmuştu.

Tıknaz adam karşı çıkacak iken kahin bağırdı :
-          Sessizlik!
O sırada peşimden gelen celladın belindeki tabancaya uzandım. Tabancayı kaldırdığım anda merminin gideceği yerleri biliyordum. Tabanca sadece bu üç kişi için patladı :
Kahin, Josephin ve cellat için.
Herkes kaçışırken üç adam kanlar içinde yerde yatıyordu.
İçimi üzücü bir burukluk kapladı. Konuşma sırası bendeydi artık:
- Biraz daha sessizlik.

                                                                                 Volkan ÇERİ
                                                                                       5/A
ÖZGÜRLÜĞÜN RENGİ

          Özgürlük bir insanı serbest bırakmaktır. Bazı insanlar özgür olmayabilir. Her insan özgürlüğü ister.
          Özgürlük benim için önemlidir. İnsan özgürlük için savaşır. Benim için özgürlüğün rengi yeşil ve mavidir. Çünkü mavinin açıklığı bana enerji ve huzur getiriyor. Mavi rengi de seviyorum. Yeşil renk bana mutluluk ve sağlık veriyor. Yeşil renk doğanın rengidir. Mavi renk havanın rengidir. Yeşil renk deyince aklıma yemyeşil ağaçlar, çimenler,  bitkiler; mavi deyince masmavi gökyüzü geliyor.
            Kısaca her renk güzeldir. Ama her renk özgürlüğün rengi değildir. Size göre özgürlüğün rengi nedir?



                                                                                                         Yiğit Berke TABAK
                                                                                  4/B